Yazar: Murat Tolga Şen | Türk sinemasının erotik yılları üzerine kapsamlı bir dosya... |
Önce Aşk-ı Memnu, sonra Fatmagül’ün Suçu Ne’de karşımıza çıkan ürkekçe kotarılmış cinsel gösteriye verilen şiddetli tepkileri düşününce gerçekten de suçun kimde olduğunu merak etmeden duramıyoruz. Sevişen/sevişmeye zorlanan kadınını, genç oyuncu Beren Saat’in oynadığı iki dizinin bu kadar patırtı koparmasının sebebi kesin olarak bilinmemekle birlikte, ölçüyü iyice kaçıran muhafazakârlar, bıraksalar seyircinin izleyip çoktan unutacağı bir sahnenin etrafında aylardır çok değerli fikirler arz etmekte… İyice abartıp AKP Muş Milletvekili Saracettin Karayağız gibi "Adeta porno film dizinin içerisine sokulmuş, daha da tahrik edici bir şekilde verilmiş. Ben seyretmedim ama nasıl olduğunu az çok tahmin edebiliyorum.” gibi tuhaf beyanlar verebilmekte… Gerçekten de ancak hayatında hiç porno izlememiş biri, kadının bacaklarının bile görünmediği bir sahneye “porno” yakıştırması yapabilir.
Amerikanın en muhalif ve ilginç karakterlerinden biri olan, Hustler dergisinin kurucusu Larry Flynt, 1977 yılında Ohio’da yaptığı konuşmada, seksi lanetleyen tüm politikacılar için söylediği şu sözler sanırım hala geçerliliğini koruyor.
Flynt, “Politikacılar seksi gösteren yayınlar gençliği bozuyor derler, ama yalan söyler, aldatır ve din dışı savaşlar başlatırlar. Toplumu oluşturan insanlar… Yönetenler için sürüdeki koyunlardır onlar. Gerçek ahlaksızlık çocuklarımızı yetiştirirken onlara, seks kötü ve pistir dememizdir ve onlara insanlık adına kan dökmek kahramanlıktır dememizdir. Seksle ilgili bunca tabu varsa sorunlarımız var demektir. Kızgın ve vahşiyiz demektir.” der ve “Hangisi ahlaka daha aykırı? Seks mi… Savaş mı…?” diye sorar.
Aradan geçen 34 yılda, toplumun yaşamda var olan ya da perdede gösterilen cinselliği algılamasında bir değişme olmadığı, durumun giderek kötüleştiği de ortada. İzlemedikleri hakkında ahkâm kesen politikacılar, seks eylemi içeren her şeyi ‘müstehcen’ olarak niteliyor ve toplumu kendi ahlakçı zorlamaları ile gütmeye çalışıyor. Hâlbuki “müstehcen” kelimesi, Arapça “Hücnet” kelimesinden türeyerek dilimize geçmiş ve sözlüklerde; “soysuzluk, karışıklık, bayağılık, aşağılık, kötü davranış” olarak tarif edilmekte... Bunun neredeyse tamamen cinselliğe mal edilmiş olması asıl dikkat edilmesi gerekenleri perdeliyor ve bu birilerinin fena halde işine geliyor sanki.
Larry Flynt’in müstehcenlik konusunda söylediklerini dikkate aldığımızda ise kafamız karışıyor doğal olarak. Kurtlar Vadisi, Sağır Oda, Kaybolan Yıllar gibi TV dizilerinde insan öldürmenin kutsandığı, neredeyse özendirildiği, birkaç yalandan demeç dışında duyarsız kalınan ama iş cinselliği göstermeye gelince, toplumun ‘bilmiş’ kesimleri ve otorite tarafından fırtınaların koparıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Her bölümünde onlarca şiddet sahnesi bulunan diziler şöyle bir eleştirilip, sezonlar boyunca devam ederken diğer bir dizi tek bir bölümünde bulunan acemice ve aşırı kontrollü bir cinsel gösteri yüzünden aforoz edilebiliyor.
Elbette hemen her toplumda “kahramanlık” olgusu kasıtlı olarak yüceltilir ve kutsallaştırılır. Cinayet gerektiğinde meşrulaştırılabilen bir şey gibi sunulur/gösterilir ve bu insanlığın ortak hatası ya da savaşlarda ölecek adam toplamak için uğraşanların bozulamaz ortak planıdır. Öte yandan hiç kimsenin hayatını kaybetmediği sevişme eyleminin perdede/ekranda gösterilmesinin hangi sebepten tabu olduğunu merak ettiğimizde ise kendi aynamıza ve iyice geçmişe bakmak gerekecek.
Türk Sinemasında Cinselliğin başlangıcı…
Türkiye toplumu yüzyıllardır batıya dönük yaşamakla birlikte, bir yandan da İslam ve doğu topluluğu olmasının getirdiği ahlakçı ve tutucu yapı sebebiyle ‘cinsellik’ mefhumuna mesafeli yaklaşmıştır. Cinselliğin imasını yapmaktan da, bunun açıkça gösterilmesinden de rahatsızlık duymuştur.
Bu kadar hassas ve kapalı bir konu olmasına rağmen Türk sinemasının cinsellik olgusunu ele alışı ise oldukça tuhaf bir şekilde sinemamızda çekilen ilk konulu film unvanını taşıyan Sedat Semavi’nin yaptığı ‘Pençe’ adlı filmle başlar. Yine ilk uzun metrajlı yapımlardan Ahmet Fehim’in, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın aynı adlı romanından uyarlayarak yönettiği ‘Mürebbiye’ ise sinemamızda cinselliğin tamamen hâkim olduğu ilk filmdir.
Bir yerde cinsellik varsa orada sansür de vardır. Cilveleşmeden öte gidilemeyen ama kadın bedeninin daha önce hiç olmadığı gibi görüldüğü bu filmin başına da bu gelir. Türk sinemacıları sansürle ilk kez ‘Mürebbiye‘ filmi sayesinde tanışır. Ahlaki olduğu kadar siyasi bir niteliği de bulunan sansür, İstanbul’daki Fransız işgal kuvvetlerinin komutanı Franchet d'Espèrey tarafından, filmin aşüfte mürebbiyesi Anjel’in bir Fransız olması gerekçe gösterilerek uygulanır. Gerçekten de ahlaksız mürebbiye rolünde mükemmel bir performans sergileyen Madam Kalitea, bir Türk ailesinin yanına girdikten hemen sonra bütün bir ev ahalisini ayartmayı başarmaktadır. Bu durumdan gocunan d'Espèrey filmin gösterilmesini ve Anadolu’ya gönderilmesini yasaklar.
“Mürebbiye” filminin Anjel’i seks içeren ya da ima eden neredeyse tüm filmlerde görünen arsız ve edepsiz nemfomanik karakterlerin stereotipidir. Suzan Avcı, Mine Soley, Seyyal Taner, Sevda Ferdağ, Birsen Ayda, Ayşe Nana, Neriman Köksal ve daha bir sürü kadın oyuncu yıllar içinde bu karakteri neredeyse aynı halet-i ruhiye içerisinde canlandırmışlardır ama asıl ilgi çekici olan bu tarz rollere çıkan oyuncuların kendi özel hayatlarını da cesur kadınlar olarak yaşamalarıdır. Toplumun bu kadınlara olan tepkisi onları bu “sevişmekten zevk alan fena kadın” imajının içine hapseder.
Sevişmekten hoşlanan kadınların hepsi “kötü kadın” olunca, masum ve güzel Türk kadınının sevişmesini gösterebilmenin tek çaresi kalıyordu; onu sevişmeye zorlamak, yani tecavüz etmek… Tecavüz filmlerinin altın çağı ise hiç şüphesiz 1975–80 yılları arasında sayısız örnek vermiş “Seks Furyası” zamanlarıdır.
Aslında 1950’lerden itibaren filmlerde üstü kapalı cinsel göndermelerin ya da göstermelerin sayısı artmakta ama filmlere seksüel bir anlam yüklenmemektedir. “Seks Furyası” biraz da ‘Televizyon’ denen yeniliğe karşı verilen mücadeleden kaynaklanan bir ticari sinema refleksi olsa da zaman içinde kontrolden çıkması kesin görünüyordu ve öyle de oldu. Önceleri afişlerde ve lobi kartlarında başlayan ve orada kalan cüretkâr sahneler yavaş yavaş filmlere giriyor, bu yeni zaman içinde kendi yıldızlarını yaratıyor ve bu tür filmlerde oynaması asla düşünülemeyecek Pekcan Koşar, Gazanfer Özcan, Rüştü Asyalı, Kuzey Vargın gibi bazı güçlü karakter oyuncularını dahi kullanıyordu. Sermet Serdengeçti’nin başrolünde oynadığı 1974 yılı yapımı ‘Şehvet Kurbanı Şevket’ furyayı başlatan filmdir. Daha önce gösterilip oldukça iş yapmış bazı İtalyan erotik komedilerindeki şablona uyan film, isimsiz oyuncularına rağmen büyük gişe başarısı kazandı. Film, şiddetlenen terör ortamı ve Televizyonun yükselişi sebebiyle can çekişmekte olan sinema sektörü için yeni ve zavallı bir reçetenin yol göstericisi oldu. Dönemin “halkı uyandıran” sosyal filmlerine şiddetle itiraz eden iktidar tarafından da, resmi olarak inkâr edilmekle birlikte, epey destek gördü.
Fakat batıdaki örneklerinin aksine, cinselliğin grotesk bir şekilde eyleme dönüştüğü furya filmleri dâhil, kadın ve erkeğin sevişmesini kutsayan, suçluluk duygusundan tamamen arınmış gösteriler değildir. Perdede, erkeğin cinsel açlığını sömüren bir tür gösteri gerçekleşirken, kadının ve bedeninin aşağılanması aynı muhafazakâr ahlakla devam etmektedir. 1975-80 arasında gerçekleşen “Seks Furyası” filmlerinin özellikle 1978’den sonra çekilenlerinin neredeyse tamamının tecavüz öykülerinden oluşması ancak bu duyguyla açıklanabilir. Bu filmlerde bile namuslu Türk kadınları eşleriyle ya da sevgilileriyle asla sevişmezler. Sevişen kadınlar ya yoldan çıkmış sapkınlardır, ya evlilik vaadiyle kandırılmış zavallılar ya da tecavüz mağdurları…
Bu tür filmleri izlemek için salonları dolduran ‘erkek’ seyirci bu ahlakçı istismar sinemasından rahatsız olmamakta ve elbette tecavüze uğrayanla değil tecavüzcü ile özdeşleşmekte, Zerrin Egeliler, Dilber Ay ya da Zerrin Doğan’ın tecavüze uğradığı bu cinsel psikopatlık gösterisi bu tür seyirci için şahane bir mastürbasyon katalizörü olarak iş görmektedir.
Bu filmlerde de görülebilen tüm cinsel anlatımlar kaba ve hırçın tecavüz sahnelerinden oluşmaktaydı. Seksin zevk almak için yapılan bir eylem olduğu tamamen reddedilmekte ve cinsellik bir ceza ve şiddet gösterisine çevrilerek aktarılmakta idi. Seks, ancak kadına dayatılan bir zor olarak izlenebildi. Sevişmek isteyen kadın, zaten ‘kirlenmiş’ bir orospuydu. Bu yüzden seks hep şiddetle yan yana yürüdü, bu yüzden tecavüz, erotik Türk sinemasının en gözde teması olageldi ve bu yüzden belki de, yalnızca ülkemiz sinemasında 300’ü aşkın tecavüz sahnesinde oynayan, ‘tecavüzcü’ namıyla tanınan, sevilen aktörler olabildi.
Masal Kahramanı Keloğlan Bile Yatakta!
Seks komedilerinin furya haline geldiği 70′li yıllarda O. Nuri Ergün bu fırsattan yararlanmak ister ve Rüştü Asyalı’yı Arzu Okay’la oynatır. 1975 yılında çevirilen filmin ismi ‘Keloğlan İş Peşinde‘dir… (Sinematürk veritabanında adı yanlışlıkla… İz Peşinde olarak geçmiştir. Filmin bazı afiş ve lobilerinde de… İş Başında olarak gözükmektedir.) Senaryo yine Özakman’a aittir ama Keloğlan bu kez erotik bir masalın ve bir de Okay’ın yatağının içindedir…
Keloğlan İş Peşinde ve Keloğlan Seks Delisi (Keloğlan Aramızda) aynı serinin ilginç filmleridir. Keloğlan Aramızda, çift afişli olarak basılmış ve bazı şehirlerde, bazı sinemalarda Keloğlan Seks Delisi adıyla oynatılmıştır. Bu film sadece adı itibariyle ilginçtir çünkü yaklaşan “seks furyasının” habercisidir. Filmde Keloğlan seks delisi! olmasına rağmen seksi yada erotizmi çağrıştıran pek bir şey yoktur ama izleyicinin beklentilerini yükseltmek adına bu şekilde pazarlanması uygun görülmüştür. Afişte görünen, samanlıkta uzanmış sarışın dilber fotoğrafının yabancı erotik dergilerden eklendiği açıkça bellidir ki o dönemde bu oldukça sık yapılan bir hareketti. Yeşilçam’ın erotizm denemeleri önce afişlerde başlamıştır desek pek yanlış söylememiş oluruz. Fakat aradan 5 yıl geçtikten sonra çekilen Keloğlan İş Peşinde‘de seks bu defa lafta kalmamış, Padişahın kızı ile evlenmek için kırk takla atan Keloğlan karakterini canlandıran Rüştü Asyalı o dönemde şöhreti zirvede olan seksi Arzu Okay ile yatağa girmiştir.
Erkek Olarak Doğdu, Furyanın Aranan Kadını Oldu
1951′de İstanbul’da doğan Emel Aydan’ın asıl adı Erdoğan Kaşif’tir. 1951 yılında İstanbul’da doğmuş, İtalya’nın Roma şehrinde ameliyat ile kadın olmuş, ardından da Milano ve İsviçre’de Rita Santiago adıyla striptizcilik yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra 1970′li yılların ortalarında birçok cinsel içerikli filmlerde yer almıştır. Ayrıca sahneye çıkarak şarkıcılık da yapmıştır.
Oynadığı ilk film, Hızlım Benim’dir. Babası bir zamanlar tiyatrolarda görev almış, Hüseyin Kaşif’tir. Hüseyin Kaşif, striptiz ustası Nur Ay ile evlendikten sonra Emel Aydan ile birlikte çeşitli erotik gösteriler sunmuşlardır. Emel Aydan’ın oynadığı tüm filmler erotik değildir. “Kader Bu” adlı drama ve Halit Akçatepe’nin “Lüküs Hayat” adlı müzikal filminde oynamıştır. Çektiği filmlerin tamamına yakını 1975 ile 1979 arasındadır. Bu süre zarfında 20 erotik filmde yer almıştır. 1980 Askeri Darbesi ile birlikte porno ve pornoya yakın filmlerin üretimi ve dağıtımı yasaklanınca sinemada tutunamayan Aydan, gece kulüplerinde çalışmıştır.
İri göğüsleriyle, kısık sesiyle ve vücut yapısıyla dikkati çekerek seks filmlerinde başrollere kadar tırmanan Emel Aydan, dönemin en tutulan seks yıldızlarından biridir. “Erkeğim Benim”, “Ye Beni Mahmut”, “Kayıkçının Küreği”, “Babanın Kızları” başrolünü oynadığı filmlerden bazılarıdır.
İşin ilginç tarafı Emel Aydan’ın bir transseksüel olduğunu oyuncu arkadaşları bile bilmemektedir. Nebil Özgentürk’ün hazırladığı “Türkiye’nin Hatıra Defteri” isimli belgeselde Emel Aydan ile ilgili Gazanfer Özcan’ın bir anısına yer verilir. Emel Aydan, Gazanfer Özcan, Adnan Şenses gibi isimlerle birlikte “Ah Nerede Vah Nerede” filminin çekimi için kamera karşısına geçer. Adnan Şenses, güzelliğinden etkilendiği Emel Aydan’a kur yapmalara, etrafında dolanmalara başlar. Fakat Gazanfer Özcan’ın gözü bir yerden ısırmaktadır bu kişiyi. Düşünür, düşünür ve en sonunda kim olduğunu bulur. Bu cilveli dişi, Gazanfer Özcan’ın bir dönem rol arkadaşlığını da yaptığı eski bir tiyatro arkadaşı olan Hüseyin Kaşif’in oğlu Erdoğan’dır. Ameliyat geçirmiş ve kadın olmuştur ama bundan kimselerin haberi yoktur. Çekimler sırasında yanına usulca yaklaşır yanına ve “Beni tanımadın mı Erdoğan” der. Emel Aydan başını “Evet” manasında sallar. Gazanfer Özcan bu durum karşısında günlerce kendine gelemez ve bu anı hep hatırlar.
“Seks Furyası” sinemacıları 5 yıl boyunca seri halde filmler çekti ve her yıl bir öncekinden zavallı ve ucuz işlere imza attı. Filmlerin çoğu 35mm bile değildi ve Anadolu’yu gezerken işbilir makinistlerin yeniden kurgulamasıyla artan bir üretim söz konusuydu. Kantarın topuzunun iyice kaçtığı ve ilk sert seks filmi sayılan Naki Yurter yapımı “Öyle Bir Kadın ki”nin çevrildiği 1979 yılı ise artık türün doymak bilmeyen bir açgözlülükle kendini tükettiği yıldır.
Başlarda bazı artistik kaygılarla çekilmiş filmler olsa da alıcı kitlenin talepleri ve ‘ucuza çıkarma’ merakı yüzünde 1975–1980 arası çevrilmiş yüzlerce seks filminin sinema anlamında elle tutulacak bir yanı yoktur. Her geçen yıl kalitenin giderek düştüğü yönetmenlerin sete gelmeden asistanlarına çektirdiği, ciddi oyuncuların yerini giderek barlardan pavyonlardan toplanan kadınların aldığı, Cüneyt Arkın filmlerinde figürasyon yapan Tarzan Çetin gibi oyuncuların sert seks filmlerinde başrole çıktığı, kadın oyunculara rahatlasın diye içirilen esrarlı sigaranın dumanından tüm set çalışanlarının kafayı bulduğu, Güneş sineması gibi sırf bu filmleri oynatan sinemaların talebine yetişememekten montaj masasında eski filmlerin kurgulanarak yeni filmler yaratıldığı, asla birlikte film çevirmemiş Arzu Okay, Zerrin Egeliler, Meltem Işık gibi isimlerin bu yüzden birlikte çevirdiği sanılan onlarca filmin ortalarda gezindiği tuhaf bir dönem yaşanmıştır.
Günümüzde, bu filmlerde oynayan çoğu isim ise ya bu filmlerde oynadığını inkâr etmekte ya da parasızlık yüzünden mecbur kaldığı için yaptığına dair onay bekleyen açıklamalar yapmaktadır. Yapılan işin pek de sinema olmadığı ortaya çıktığında ise sığınılan gerekçe bu filmlerle Anadolu’ya ‘seks eğitimi’ verildiğidir. Gerçekten de kulaktan dolma bilgilerle ve hurafelerle dolan dönem gençliği için tecavüz sahneleriyle dolu bu filmler pek bir eğitici olmuştur!
Seks Filmlerinin Ağır İşçileri: Kadınlar!
Seks komedilerinin gözdesi olup her yıl bir sürü filmde yatağa giren ve aradan 30 yıl geçtikten sonra bile bunun diyetini ödemek zorunda bırakılan kadın oyuncuların önde gelenleri…
Melek Görgün: 1967 yılında siyah-beyaz filmler döneminde Felaket Sözcüsü adlı filmle sinemaya başlayan Görgün, 1970′li yılların ortalarından itibaren erotik filmler akımında da yer aldı. O’nun Hikayesi adlı filmle popüler oldu. 1978 yılında sinemayı bırakan sanatçı 100 civarında filmde rol almıştır. (Wikipedi) En bilinen filmi Acı Prinç’dir. Filmleri dışında özel hayatı ve cesur açıklamalarıyla magazinde de yer bulmuş, dönemin zengin bekarları için gözde sevgili olmuştur. İlginç, erkeksi hatları olan bir yüzü, avrupai bir fiziği vardır. Oyunculuğu da üst seviyededir ama yönetmen sevgilisi olmadığı için “bazıları” kadar ünlü olup şu an saygı görmekten uzaktır.
Karaca Kaan: 1974′de sinemaya başladıktan kısa süre sonra Rejisörün yatak Odası filmi ile erotiklere geçiş yapan ve türün aranılan oyuncularından olan Karaca Kaan, vücudunu cömertçe sergilemekten çekinmeyen, sert karakterli fakat şuh olmayı da başarabilen bir oyuncudur. Suriyeli bir ailenin kızı olarak ilginç yüz hatlarına sahiptir. Bir çok kez evlenen fakat erotik star olmanın lanetinden kurtulamayan Karaca Kaan’ın tüm evlilikleri bu sebep yüzünden bitmiş, oyuncu furya bittikten sonra bir süre sahnelerde şansını denemiş, en sonunda da emlakçılık yapmaya başlayarak sinema ve sahneden elini eteğini çekmiştir. Karaca Kaan filmleri eğlencelidir. Ayrıca şahsi kanaatim; kendisi Yeşilçam’ın en güzel isimli bayan oyuncusudur.
Dilber Ay: Gerçek adı Gülşen Demirci olan 1958 doğumlu, yeteneksiz ama cazibeli bir kadın oyuncudur. Sadece erotik filmler çekmek yerine sert seks filmlerinde oynamış ve bu tür filmlerin iyice merdiven-altı üretime kaymasına sebep olmuş insanlardan biridir. 79-80 arası dönemin Zerrin Doğan’la birlikte star oyuncusu olması sebebiyle önemlidir. 19’u 1979 yılında çekilen toplam 27 filmde rol almıştır. Hep karıştırılmasına, o sanılmasına rağmen bu Türkücü olan Dilber ay’la isim benzerliği dışında bir ilgisi yoktur. 1995 yılında hayata veda etmiştir.
Feri Cansel: Asıl adı Feriha olup Kıbrıs Türk’üdür. İngiltere’de kuaförlük yapmış, Türkiye’ye geldikten sonra İngiliz vatandaşlığını bırakıp Türk vatandaşlığına geçmiştir. Erotik furya öncesinde bazı filmlerde yan rollerde oynayarak ünlenmiş, silikon göğüsleri ile dönemin erotik starları arasında sivrilmiş fakat özel hayatında asla mutlu olamamıştır. Göğüslerine estetik yaptırdıktan sonra gazetelere “estetik görünümü için zaruri olarak geçirmiş olduğum göğüs ameliyatımın neticesinde Yeşilçam’ın değişmez güzel göğüslü kadını olmamı sağlayan ve en güzeline kavuşturan eşsiz, muktedir, sanatkar opr. Dr. Mümtaz Seçkiner’e gazeteniz tavassutu ile sonsuz teşekkürlerimi bir borç bilirim.” diye ilan vermişliği de olan Feri Cansel çevresinde dobra, dürüst ve lafını sakınmaz bir kadın oyuncu olarak nam salmıştır. Yönetmenler tarafından da sevilen aranan uyumlu biridir. Fakat sivri dili sonu olmuş, aslında çok sevdiği ve çevresindekiler tarafından “karıncayı bile incitmeyecek bir adam” denilen sevgilisi Melih Ük tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür.
Figen Han: İlk filmi olan Killing Caniler Kralı genç oyuncu adayının kamera karşısına ilk çıkışıdır. Oyuncu ilk başrolünü 1969’da Osman Efe’de Hayati Hamzaoğlu ile oynuyor. Sonraki yıllarda Figen Han gerektiğinde soyunan, gerektiğinde Vamp kadın veya saf genç kız olan bir yardımcı oyuncu olarak kalıyor.
1971-1972 yıllarında başrollerin sayısı artmaya başlıyor, Bu rollerin sayısı artınca tiplemelerde çoğalıyor. Tecavüze uğrayan ve öcünü alan bir genç kadın oluyor, tımarhaneden kaçan bir başka kadını canlandırıyor, ya da Uzak Batı’nın bir kovboy kasabasında Red Kit’in başına bela olan bir bar kadınını oynuyor.
Figen Han da erotik film furyasına rahatça katılıyor. Daha önceki filmlerinde kısmen soyunduktan sonra burada da rahatlıkla tümden soyunuyor. İster zengin ve şımarık bir kızı canlandırsın ister iktidarsız bir kocanın eşi olsun, ya da dul bir kadını veya bir kumarbazın eşini canlandırsın onun için fark etmiyor. Her rolün kadını oluyor Figen Han, fakat fiziksel niteliklerinden dolayı, daha çok erkeklerin başlarını döndüren, soyunmaktan ve çırılçıplak sevişmekten kaçınmayan kadın rollerine uygun düşüyor. Fakat şimdilerde kendisi ısrarla bu filmlerde oynadığını reddetmektedir.
Zerrin Doğan: 70’li yılların başında başlayan erotik soslu komedi furyası 70’li yılların ortalarında yerini erotizm dozu yüksek filmlere bırakıyordu. 1979 yılına geldiğimizdeyse bu tırmanışın zirve yaptığı dönemde 4 tanesi porno olmak üzere 131 seks filmi çekiliyordu. Bu döneme kadar pek çok yıldız oyuncu vücudunu cesurca sergilemiş fakat daha ileri gitmeye cesaret edememişlerdir. 1979 yılında Naki Yurter’in yönetmenliğini yaptığı Öyle Bir Kadın Ki (1979) filmi çekilen ilk uzun metrajlı porno filmimiz olarak tarihteki yerini almıştır. Bu filmde bütün güzelliğini gözler önüne seren Zerrin Doğan ise ilk porno yıldızımız olarak kayıtlara geçmiştir.
Mine Mutlu: İnsanın soyadının ağırlığı altında ezildiği olur mu…? Mine Mutlu hüzünlü hayatında bunu ne denli yaşadı bilinmez ama, başaranlar gurubunda olamadı. Onun hikayesi, bu filmlere bulaşıp, sonrasında eriyip giden hüzünlü kadınların hikayelerindendir. Kırk iki yıllık yaşantısında henüz 19’undayken çevirdiği filmlerle, sinemayla tanışır. Önceleri yardımcı kadın ve genç kız rolleriyle boy gösteren Mutlu, daha sonraları ister melodramlarda ister güldürülerde aranılan başrol oyuncusudur. Mine Mutlu sadece iki sene erotik filmlerde oynamıştı, zaten bu furya “porno”ya dönüşmeden sinemadan ayrılmıştı ama ne yaptıysa olmadı. 1974-1975 yıllarını içine alan bu iki yıllık süre içinde bu tür filmlerde oynayan Mine Mutlu daha sonra sinemayı bırakıp sahneye çıktı, şarkıcılık yaptı. Mine Mutlu, Uzun yıllar meme kanseriyle boğuştuktan sonra 30 Eylül 1990’da henüz 42 yaşındayken sessiz-sedasız bu dünyadan göçüp gitti.
Arzu Okay: Arzu Okay furyanın hemen başında oyuncu olarak filmlerde vücudunu cömertce sunmuş, zavallı kadın imajını yerle bir edip sevişmekten zevk alan kadını izlettirmiştir. Ama gidilen yolun yol olmadığını gören Arzu Okay sinemadan uzaklaşarak günümüzde de adından söz edilen başarılı bir iş kadınına dönüşmüştür. Arzu Okay oyun gücü ile diğer seks starlarından çok daha ötede bir oyuncudur. Ayrıca hala röportaj verip “Evet, ben bu filmlerde oynadım…” diyecek kadar da cesur yürektir.
Zerrin Egeliler: Zerrin Egeliler Türk Seks sinemasının tartışmasız kraliçesidir. Fellini filmlerinden fırlamış doğurgan vücudunu sergilemekten çekinmez. Seks furyasından önce oyuncu olarak varolmamasına rağmen kendinden beklenenin çok ötesinde bir kalite ile oynayan, sevişme sahnelerinde jest yapabilen, mimik verebilen bir oyuncudur. 1 yılda tam 22 filmde oynayarak bir rekora da imza atmıştır. Seks komedilerindeki değişmez partneri Aydemir Akbaş’dır. Egeliler furyanın bitiminde evlenerek Bursa’ya yerleşmiş ve beyazperdeden tamamen uzaklaşmıştır.
80’ler: Kadın Cinselliğini Keşfediyor…
1980 darbesiyle ani ve kesin bir şekilde sona eren ‘seks furyası’nın kadın oyuncuların bir kısmının yaşamı, toplumun “layığını buldu!” dediği şekilde son bulmuş; Feri Cansel sevgilisi tarafından katledilmiş, Mine mutlu kansere yakalanarak aramızdan ayrılmış, Şeher Seniz ise intihar etmiştir. Halkın genelinin ‘seks’ sinemasından utanması haklı görülebilir. Gerçekten de çok övünülecek bir dönem değildir. Acı olan bunun faturasının, bu türü asıl ittiren ve yozlaştıran paragöz yapımcı, yönetmen tayfası yönetmen ya da erkek oyunculara değil kadınlara çıkmış olmasıdır.
12 Eylül darbesi ile kesin bir biçimde sonlanan seks furyası filmlerinin ilhamı 80’ler de daha yumuşak bir cinsellik gösterisine dönüşen ama ille de tecavüzden vazgeçmeyen senaryolara sahip filmlere kaydı. 80’ler ticari sineması Banu Alkan, Ahu Tuğba, Serpil Çakmaklı, Sevtap Parman, Hülya Avşar kendi erotik yıldızlarını yaratmış, onların kotralarda, tatil köylerinde geçen yaz öykülerinin içinde bedenlerini cömertçe sergilemelerine izin vermiş ama cinselliği yine bir zorbalığa dönüştürerek, bu masumlara her seferinde tecavüz edilmesine izin vermiştir.
80’lerin tecavüzcüleri kaba saba tipler değil, hedefine sinsi bir şekilde ilerleyen yılan ruhlu insanlardır. Bu 50’lerin, 60’ların kötü ve tutkulu adam karakterinin aşırı cinsellikle yüklenmiş bir tür geri dönüşü gibidir. Nuri Alço, Engin Koç, Kenan Kalav, Tolga Savacı gibi aktörler, sürüden ayrılanı kapan hain Kurtlar olarak 80’ler boyunca hem sinema hem de yükselen video piyasası için çekilmiş filmlerde bu yeni tip tecavüzcü rolünü oynadılar ve sevişme eyleminin, “cici kızların başına gelen en kötü şey” olarak gösterilmesine yardım ettiler.
Cici kız olmaktan sıkılan, renkli bir dünyaya özenen kadınların da öyküsü vardır Yeşilçam’da. Hal böyle olunca Yeşilçam örnekleri arasında en fazla konuşulan ve tartışılan cinsel zorbalığını içeren, Faruk Peker ve müjde Ar’ın başrolleri paylaştığı, 1982 yapımı “İffet” filmini özellikle yazmak gerekir. Kartal Tibet’in yönettiği film, Yeşilçam’ın ürettiği tüm muhafazakâr kodları seyirciye itelerken, Türk sinemasında daha önce hiç yapılamamış bir etkide müthiş zorba ve aşağılayıcı bir cinsel eylem gösterisine sahne olur. Sevgilisi Cemil tarafından, bir mahalle pikniğinde, gözden ırak bir anda başı arabanın camına sıkıştırılarak tecavüz edilen İffet’in, tecavüzden hemen sonra kendisine evlenme sözü veren sevgilisine ettiği “ama sevgilim, ben başka türlü hayal etmiştim. Ne bileyim, böyle kendi yatağımızda, kendi çarşaflarımızda…” lafı aslında toplumun tecavüze bakışını da bir güzel açıklar. Kadını toplumun en büyük yönlendirme dairesi olan evlilik kurumunun içine soktuğunuzda ya da bunun için söz verdiğinizde tecavüz eylemi tecavüz eden, edilen ve şahit olan tarafından bile anlaşılır, kabullenilir bir şey olur. Anadolu’da tecavüzcüsü ile evlendirilen binlerce genç kız örneği de erkek egemen kültürün bakış açısının gerçekten de böyle olduğunun ispatıdır.
Aynı dönemde, entelektüel sinemacılar sıkıyönetimin verdiği acizlikle politik filmler yapamadıklarında kadını ve kadın cinselliğini yeniden tanımlamaya girişmişlerse de bunlar, Avrupa sinemasına, Avrupalı yaşam tarzına öykünen sahte öyküler olmaktan öte gidememiş bu filmlerde asla bir ‘Türk’ cinselliği anlatılamamıştır. Artistik açıdan bakıldığında ise 70’lerin kaba seks komedilerine oranla daha başarılı oldukları farz edilebilir. 70’lerin “Seks Furyası”ndan özür dilercesine çekilen bu kadın öykülerinde perdede gösterilen cinsellik yine erkek beğenisine uygun, onun cinsel açlığını sömüren işlerdi. Daha özenli çekilmiş cinsel eylemler görmek olasıydı. Bu defa şehirli, entelektüel, mutsuz ve kibirli kadınlar sevişmektedir ama yine suçluluk duygusundan arınamamış, sonu mutlaka yıkıma giden bu öykülerdir bunlar. Yine de, Düş Gezginleri, Dolunay, Dul bir Kadın gibi örneklere sahip olan bu anlayışın cinselliğe normalleştirici bir yaklaşımı vardır. 90’ların ortalarına kadar devam eden ve en cüretkâr örneğini 1992 yılında çekilen, başrollerini Şahika Tekand ve Aytaç Arman’ın paylaştığı Sarı Tebessümle veren bu “aydın işi cinsel ilişkiler” seyircinin muhafazakârlaşmasına verilen kısa bir aradan öte kalıcı bir etki yaratamamıştır.
Şimdi ve Ötesi…
2011’e merhaba dediğimiz şu günlerde, toplum cinselliği izlemekten hala meraklı bir utanç duyarken, otorite bunu gücü yettiğince lanetlemektedir. Sistem, Irzına geçilen kızları, geçenlerle baş göz ederken, aradan geçen yıllar içinde tecavüzcü Coşkun’ları, Gazozcu Nuri’leri bile sempatikleştirerek bağrına basar ve bu tür bir ahlakı yaymaktan da rahatsızlık duymaz. Sevişmekten zevk alan ya da cinselliğe zorlanan kadının bu eylemleri yüzünden cezalandırılması, dışlanması devam etmektedir. Bunun perde/ekran üzerinden yansıtılması da yine bu muhafazakâr kodlamalar üzerinden gerçekleştirilmekte… Asıl tahammül edilemez olan şey, uyduruk bir televizyon dizisi için yaygarayı basanların Diyarbakır’da amca çocukları tarafından tecavüz edilen, ardından da ahırda asılarak ‘intihar’ ettiği izlenimi verilen 15 yaşındaki Havva E.’nin katliamına tek kelime etmiyor olmasıdır. Seks filmleri ya da filmlerde gösterilen cinsellikle ilgili bu sıkıntılı bakış açısı ancak Türkiyeli seyirci perdede ya da ekranda suçluluk duygusundan arınarak özenle çekilmiş bir seks filmi/sahnesini utanmadan izlediğinde ve beğenisini rahatça dile getirebildiğinde değişebilir. Fakat gözler kısılarak bakılan uzak ufuklarda bile görülemeyen, içi boş bir umuttur bu…
Dosya: Murat Tolga Şen