Yazar: Fırat Sayıcı |
Bu yıl Akbank Kısa Film Festivali’nde yarışan kısalar arasında en beğendiğim ve jüride olsaydım kesinlikle birincilik ödülünü verirdim dediğim, kısa filmin özünü yakalamayı iyi başarmış “Salça” filminin yönetmeni Burak Oğuz Saguner ile söyleştik…
Öncelikle biraz kendinden bahseder misin?
Avustralya'nın Sidney kentinde doğdum. İstanbul'da büyüdüm. Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde başladığım sinema eğitimime Kuzey Sidney TAFE Film Okulu’nda devam ettim. Avustralya Film, TV & Radyo Okulu - AFTRS'da görüntü yönetmenliği masterı yaparak tamamladım. 2004 yılından beri başta Avustralya, Vietnam ve Türkiye olmak üzere Almanya, İsviçre, Yunanistan, İtalya gibi dünyanın çeşitli yerlerinde sinema çalışmalarım oldu. Senarist, yapımcı, görüntü yönetmeni ve kurgucusu olduğum IN AUTUMN adlı kısa film 2013 Varşova Film Festivali'nde En İyi Kısa Film ödülü için yarıştı ve 2014'de Kanada Uluslararası Film Festivali'nde Yükselen Yıldız ödülünü kazandı. Görüntü yönetmenliğini yaptığım DRIFTWOOD DUSTMITES, 2015'de Berlin Film Festivali'nde Kristal Ayı için yarıştı ve 2016'da Akademi Ödülü sertifikalı, Avustralya'nın en büyük kısa metraj film festivali olan ST Kilda Film Festivali'nde Görüntü Yönetmenliğinde Üstün Başarı ve Canberra Kısa Film Festivali'nde En İyi Görüntü Yönetmenliği ödüllerini kazandı. Şu anda sinema çalışmalarıma Türkiye'de devam etmekteyim.
Senin için kısa filmin tanımı nedir?
Akademi, kısa metrajı ''jenerik de dahil olmak üzere 40 dakikadan kısa her türlü film'' olarak tanımlıyor. Pek çok festival de bunu böyle değerlendiriyor. Bu da aslında sinemada uzun metraj olarak izlemeye aşina olduğumuz tüm türlerin, tarzların ve tekniklerin kısa metraj için de etkin şekilde uygulanabileceği anlamına geliyor. Kısa film bir yandan da sinemanın başlangıcı. Çekilen ilk filmler editlenemediği için tek ruloyla kayıt edilmiş tek plandan oluşuyor ve en azından o zamanın sinemayla yeni tanışmış izleyicilerini etkisi altına alıyordu. Bence de kısa film bu iki ana unsuru birleştirmeli. Yani kısa filmi, hikayesi konsantre olan, anlatımın film formuna sadık kalınarak sinematik bir dille ama kendine özgü bir şekilde yapıldığı ve arzu edilen hisse ve etkiye mümkün olan en kısa sürede ulaşan tür olarak tanımlıyorum.
Biraz "Salça"dan ve onu çekme nedenlerinden bahseder misin?
SALÇA gündemimize ne yazık ki sıklıkla gelen aile içi şiddet konusunu ele alıyor ve bunu yaparken olaylara tanık olanlara ve onların davranışlarına, psikolojilerine odaklanıyor. Filmin senaryosunun ilk nüshasını 2019 yılının sonlarında başımdan geçen ve beni derinden etkiliyen bir olayın hemen ardından yazdım. O sırada başka projeler üzerinde çalışıyor olduğumdan senaryoyu bir süre bekletme kararı aldım. İlk nüshanın yazımından filmin tamamlanmasına kadar geçen süreçte aile içi şiddet ve tanık psikolojisini daha da derinden irdelemeye başladım ve neticesiyle film bugünkü haline ulaştı. SALÇA'yı çekmek istememin sebepleri hem kişisel hem de toplumsal. Çevremdeki bir çok kişinin ya tanık, ya mağdur, ya da şiddeti uygulayan taraf olarak filmde anlatılan hikayeye benzer olayların bir parçası olduğunu biliyorum. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyanın pek çok yerinde de böyle. O nedenle uzun zaman boyunca bu konu hakkında ortaya bir perspektif koymak istedim. Aile içi şiddet olaylarının son yıllarda hızla artması ve başımdan geçenler de SALÇA'yı yapmak konusunda beni motive eden diğer etkenler oldu.
Sence hızla gelişen teknolojinin, kısa filme ne gibi katkıları olabilir? Neler götürür?
Teknolojinin gelişmesi ile daha ulaşılabilir bütçelerle ve daha kısa sürelerde üretim yapma imkanı buluyoruz. Yapılan filmlerin ve üreticilerin sayısı da teknoloji gibi hızla artıyor. Bu durum çeşitliliği de arttırıyor doğal olarak. Bu bir yanıyla pozitif bir durum. Ancak üretimin ve tüketimin bu kadar hızlı olduğu bir dönemde, form, disiplin ve kalite anlamında erozyon da yaşanabiliyor ne yazık ki. Üretim hızı ve ulaşılabilirlik arttıkça, dikkatimizin ve özenimizin de artması gerektiğini düşünüyorum.
Örnek aldığın, sinemasını sevdiğin, yerli ve yabancı yönetmenler kimler?
Pek çok sinemacı ve pek çok film var. Bunların da etkileri dönem dönem değişiyor. Hepsini saymaya kalksam sayfalar sürer. Birini söyleyip diğerini söylemesem içime oturur. O sebeple burada tek tek isim vermek istemiyorum ama son günlerde izlediğim ve beni en çok etkileyen filmin Panah Panahi'nin HIT THE ROAD filmi olduğunu söyleyebilirim. Henüz izlemeyenlere de mutlaka tavsiye ederim.
Türkiye’deki film festivalleri ve kısa filmcilere yaklaşımları konusunda neler söylemek istersin?
Festivaller, bizlerin hem filmlerimizi tanıtabileceğimiz, hem meslektaşlarımızın çalışmalarını izleyebileceğimiz, hem de seyirciler ve sektörde bulunan diğer arkadaşlarımızla iletişim kurabileceğimiz organizasyonlar. Kısa filmin olumlu yönde ilerleyebilmesi için insanların filmlerimizi seyretmesi kadar, onların düşüncelerini ve eleştirilerini duyabileceğimiz, diğer filmcilerle fikir alışverişinde bulunabileceğimiz ortamlar önemli. Bu anlamda misyonlarını yerine çok iyi getiren festivaller de var, eksik olanlarda.Bazı festivaller seçtikleri filmlere ve onları yapan kişilerin emeklerine eşit şekilde değer verirken, bazıları bu konuda yetersiz kalıyor. Bazıları filmcilerin birbirleriyle ve izleyicilerle buluşmasını sağlayacak ortamları organize etmek için çabalarken, bazıları buna önem vermiyor. Bu nedenle az önce bahsettiğim konulara bazı festivaller tarafından daha fazla dikkat ve özenle yaklaşılabileceğini düşünüyorum. Bu misyonlarını yerine getiren ve bunun için çaba sarf eden festivallere de çok teşekkür ediyorum.
Son olarak gelecek planlarından bahsedelim…
Şu anda üzerinde çalıştığım birden fazla proje var. Bunlardan biri kısa metraj, diğeri ise SALÇA'dan esinlenen bir uzun metraj. İkisi de geliştirme sürecinde. Hangisinin daha önce yapım aşamasına geleceğini zaman gösterecek.