Yazar: Fırat Sayıcı |
İzmir’de 3 yıldır düzenlenen Film ve Müzik Festivali’nin fikir sahibi ve yönetmeni Vecdi Sayar ile festival, sinema ve müzik dünyası üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik… Yıllardır sinema yazarları ve sektör elemanları olarak keşke İzmir’de de bir festival gerçekleşse diye düşünürken bizleri böylesine derinlikli ve tıkır tıkır işleyen bir organizasyonla buluşturan meslek büyüğümüze teşekkürü borç biliriz… Umarım ilerleyen senelerde daha da güçlenerek büyük şehirlerde düzenlenen festivaller arasında yerini sağlamlaştıracaktır Uluslararası İzmir Film ve Müzik Festivali…
Bu yıl 3 kez düzenlenen Uluslararası İzmir Film ve Müzik Festivali fikri nasıl ortaya çıktı? Hangi aşamalardan geçti ve bunu İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne kabul ettirmek nasıl oldu?
Bundan yaklaşık 7 yıl önce İzmir’e yerleşmeye karar verdim. Boş durma alışkanlığım olmadığı ve bir de İzmir’in caddelerine bakıp yeterince kültür sanat etkinliği afişi göremediğim için bir adım atmak istedim. İzmir’in geçmişini düşündüğümüzde, İstanbul’la yarışan bir kültür sanat yaşamına sahip olmasına rağmen bu kent biraz kültür alanında hak ettiğinin gerisinde… Tunç Soyer’den önceki belediye başkanına festival fikrini ilettim fakat anladığım kadarıyla bunu pek gerekli görmedi. Tunç Soyer göreve geldiğinde onunla konuştum. Zaten önceden tanıdığım, çok sevdiğim bir insan… Dedim bu kentin bir film festivaline ihtiyacı var. Yıllar önce Oğuz Makal’ın Dokuz Eylül Üniversitesi çerçevesinde başlattığı film festivali, Oğuz’un buradan ayrılmasıyla duruyor ve ondan sonra uzun yıllar bu kentte bir film festivali yok, bunu yapmamız lazım dedim. Tunç Soyer çok olumlu karşıladı. Aşağı- yukarı bir yıl sonra biz ilk festivalle yola çıktık.
Peki konsept olarak film ve müziğin buluşması nasıl oldu?
Öncelikle sayıları giderek artan Türkiye’de ki film festivallerini göz önüne alınca, bunların aynısından bir tane daha eklemenin çok gereksiz olduğunu düşündüm. Buna mutlaka bir özellik getirmeliyiz ve de bu özellik kentin dokusuyla buluşmalı. İzmir’i düşündüğünüz zaman çok sayıda sinema ve müzik insanını yetiştirmiş bir kent. Aynı zamanda, iki alanda da önemli okulları olan bir kent. Dolayısıyla bu iki alanı acaba buluşturabilir miyiz diye düşündüm. Gönül Yazar’dan Tanju Okan’a, Dario Moreno’dan Sezen Aksu’ya kadar çok sayıda, iki alanda birden gönül vermiş sanatçılar mevcut bu kentte. O açıdan bu kente böylesi bir festival yakışır diye düşündüm. Üstelik tematik festivallerin önemine inanıyorum. Hatta şunu da söyleyeyim iki tematik festival birden başlattık biz İzmir’de. Tunç Soyer’in bir başka hedefi de İzmir’i bir Akdeniz kenti olarak vurgulaması. Bunu bildiğim ve Akdeniz sinemalarının da çok kültürlü geçmişi olan İzmir’e yakışacağını düşündüğüm için dedim ki bir de Akdeniz Sinemaları buluşması yapalım… Akdeniz Sinemaları’nın ortak çalışmaya girmesini kışkırtabilir miyiz, her alanda ortak projeler yapabilir miyiz gibi sorular oluştu kafamızda. Nitekim bu yıl Akdeniz Sinemaları buluşması yine Kasım ayında yapılacak ve Costa Gavras onur konuğumuz olacak.
Yarışma filmlerini seçerken müzik kullanımına özen gösteriyorsunuz diye biliyorum…
Ulusal yarışmada aynı temayı getirmek olanaksız çünkü yılda 1-2 tane film müzikle ilgili olabiliyor. O yüzden festivalin bir amacı da sinemamızda özgün müzik kullanımını teşvik etmek, özendirmek. Dolayısıyla sadece özgün müziği olmayan filmleri almayalım dedik. Mesela geçen sene müzik kullanmayan “Okul Tıraşı” ve “Anadolu Leoparı” filmlerinde özgün müzik kullanılmadığı için ulusal yarışma dışında kaldılar ancak onları Akdeniz Sinemaları buluşmasına dahil ederek Türkiye’yi temsil etmelerini sağladık. Bizim ulusal yarışmamızın kriteri de bu oldu.
Bir yandan televizyon ve dizi meselesine de el atıyorsunuz.
Böyle bir gerçek var. Artık sadece gösterim alanında platformlar vs. sinemanın çok önüne geçti. Bütün büyük film festivalleri ilk birkaç yıl direndiler ama artık bu gerçeği kabullendiler. Artık dijital platform yapımı filmler de uluslararası yarışmalara alınıyor. Dolayısıyla biz de bunu öyle kabul ettik. Zaten Türk filmleri yarışmasında da Netflix yapımı olabiliyor. Dizi sektörümüzdeki üretim sıkıntılarından hepimiz şikayet ediyoruz. O zaman burada bir şeyleri öne çıkartabilirsek sektöre katkı sağlarız dedik.
Vecdi ağabey, siz çok uzun yıllardır bu sektörün içerisindesiniz. Daha önce birçok festivalde danışmanlık, yöneticilik…vs. yaptınız. İstanbul Film Festivali’nin kurucularındansınız. Altın Portakal’ı yönettiniz. Şehir olarak kıyaslayacak olursak İzmir’in farkı, avantajları ve dezavantajları nelerdir?
Şimdi, tabi İstanbul’la farklı nedenlerle yarışmak çok zor. Çünkü İstanbul’da önce Sinematek’le başlayan, arkasından artık 40 yılı geçen festival deneyimi ile iyi yetişmiş bir sinefil kitlesi var. Dolayısıyla sinema seyircisi açısından hiçbir sıkıntısı yok İstanbul’un. İkinci avantajı, bu avantaj biraz Antalya’da da var, ulaşım bağlantıları açısından dünyanın birçok kentinden direkt uçuşlar sağlanabiliyor. İzmir’in en önemli dezavantajı uluslararası festival bakımından direkt buraya uçuş olmaması. Ama şu anda Tunç Soyer buna çok önem veriyor. Birkaç ulaşım şirketiyle iletişim halinde ve herhalde bu sorun giderek çözülecek. Onun dışında seyirci açısından da bir fark var burada. Her ne kadar burada çok iyi film okulları olsa da gençlerin sinemadan biraz koptuğunu görüyoruz. Bu İstanbul için de geçerli ama İstanbul’daki sinefil kitlesi oradaki festivali yaşatmaya rahatça yetmekte. O yüzden görüyorum ki seyircinin ilgisi geçen yıllardan başlayarak özellikle ulusal yarışma filmlerinde artmakta. Ama uluslararası yarışmada bakıyorum, daha düşük katılım oluyor. Ancak bundan dolayı moralimizi bozmuyoruz. Popüler filmleri de program içerisine özellikle almamdaki neden bu. Hiç olmazsa müziği seven bir kitlenin yavaş yavaş bu festivalde buluşuyor olması lazım.
Onur ödülleri ve emek ödülleri bütün festivallerde olan bir şey ama tabi bu kişilerin seçimini neye göre belirliyorsunuz?
Şimdi tabi özellikle onur ve emek ödüllerinde iki alanı buluşturan kişiliklerle başladık işe. Ama bunların sayısı çok olmadığı için biz böyle bir kriteri pek açıklamıyoruz. Belli oluyor sadece. Besteci dışında az çok müzikle ilgili olan ya da emek ödülü vermek ayıp olur diyeceğimiz, István Szabó gibi isimlere de onur ödülü vermek istiyoruz. Çünkü István Szabó’nun aslında iki tane çok önemli müzikle ilgili filmi var. Onun dışında onur ödülünü yönetmene çok fazla vermemeye çalışacağız, daha çok bestecileri tanıtacağız. Tabi ki onur ödülü verdiğimiz insanların buraya geliyor olmasını da ayrıca tercih ediyoruz. Bugüne kadar mesela, Hümeyra’ya ilk yıl bir onur ödül vermiştik. Bu yıl da Zuhal Olcay’a ödül verdik. Çünkü iki alanı buluşturan çok az isim var. Bir ara, Gönül Yazar’ı da düşündü ama pek fazla dışarıya çıkmıyormuş. O yüzden önümüzdeki yıllarda ikna edebilir miyiz bilmiyorum. İki alanda ürün vermiş çok az isim var ülkemizde.
Işıl Yücesoy olabilir…
Işıl Yücesoy’u da düşünüyoruz, onu umarım gelecek yıl gündemimize alırız. Gerçekten aklımda olan bir isim. Tabi Atilla Dorsay hem sinema hem müzik alanında emeği olan eleştirmen, müzik yazarı. Atilla geçen yılın emek ödülü sahibiydi. Bu yıl aynı niteliklere sahip Sevin Okyay var, festivalin ilk kurucusu olduğu için değerli akademisyen, yazar olarak Oğuz Makal var. Bir de çok fazla film müziği yapmış olan Erkan Oğur…
Bu yıl festival kategorilerinde yeni değişiklikler ve eklemelere şahit oluyoruz…
Geçtiğimiz 2 yıl, programın ulusal yarışma dışındaki bütün bölümleri müzik üzerindeydi. Fakat bu durumda bazı filmler İzmir seyircisiyle hiç buluşamıyordu. Bu yüzden bazı yan bölümleri, bu tematik sınırlamanın dışında koymaya çalıştık. Dünya festivallerinden var, her yıl değişik temalar yapmak niyetindeyim. Mesela bu yıl göç konusu dünyada da bizde de gündemde. Bu bölümde 14 tane çok iyi film var. Ülkemizde göçmenlere karşı bir kızgınlık, neredeyse ırkçılık var. Bu açıdan bu insanların dünyasını tanıtmak festivalin bir rolü olabilir diye düşündük. Dünya festivallerinden de bir kısmı platformda gösterilen, bir kısmı vizyona giren ama kısa sürede vizyondan kalkmış filmler var. 1-2 filmi daha isterdim ama, garip bir şekilde, bazı platformlar filmlerini vermek istemiyorlar. Belgeselcilerin taleplerini de değerlendirdik. O yüzden uygun bir başlık altında müzik teması dışındaki belgeselleri de kullandık.
Sizin kişisel olarak dünya sinema tarihine baktığımızda, sinema ve müziği birleştiren en sevdiğiniz filmler hangileri?
Çok farklı… Mesela filmlerinde, hem müzisyen hem oyuncu hem yönetmen olarak ürün verdiği için Chaplin filmlerini çok severim. Animasyon alanında, müziği kullanım açısından en az Walt Disney kadar iyi olan Bruno Bozzetto filmlerini severim. Onların peşindeyim, belki önümüzdeki yıl bulabilirim. Kurmaca alanında Szabo’nun, “Taraf Tutmak” filmi gibi hem siyasi yönü olan hem de müzik konusunda yeri olan filmleri severim. Yeni ürünlerden “Tar” filmini ben çok beğendim. Müzikaller içerisinde, “1789” müzikalini severim. En belirgin olan Amerikan müzikallerini, eski klasikleri severim. “Rembetiko” sevdiğim bir müzik ve film. İzmir için de çok önemli bir film, bu yıl programımızda seyircilerimizin de beğeneceğini umuyorum. Türk sinemasında da seneye sinemamızdan müzikaller diye bir seçki yapacağım. İlk müzikaller, Muhsin Ertuğrul’un yaptığı 1-2 örnek var, belki onlardan alırım. Mesela Atıf Yılmaz’ın yaptığı, Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” ya da “Asiye Nasıl Kurtulur?” filmi de hoştur.
Deşifre: Zeynep Arzum Konrat