Popüler Sinema

Paylaş
Üye Kritiği

Araf...

Araf...
Üye: Ödüllü kısa filmlerinden sonra ilk uzun metraj filmi İz ile İstanbul Film Festivali başta olmak üzere festivallerden en iyi film ödülleri ile dönen Yeşim Ustaoğlu, adından söz ettirmeye başlayan kadın yönetmenlerimizden biri olmayı başarmıştı.

Ödüllü kısa filmlerinden sonra ilk uzun metraj filmi İz ile İstanbul Film Festivali başta olmak üzere festivallerden en iyi film ödülleri ile dönen Yeşim Ustaoğlu, adından söz ettirmeye başlayan kadın yönetmenlerimizden biri olmayı başarmıştı.

 

Ardından çektiği Güneşe Yolculuk filmine, şu anda sinemada popülerleşen Kürt Sorununa naif bir bakış açısı ile hiçbir ajiteye meyil vermeden, oldukça dikkat çekici bir yaklaşımla imza atmıştı. Yaşar Kemal’in "Demokrasi Kürt Sorunundan geçer. Gerisi ağzın(ız)la kuş tutsan(ız) iflah olmazsın(ız)..." cümlesiyle yalın bir şekilde özetlenebilecek olan bu demokrasi ayıbını birbirinin aynısı olan ve farklı herhangi bir söylem oluşturmayan onca filmde izleme olanağı bulduk son zamanlarda. Fakat Yeşim Ustaoğlu’nun ikinci uzun metraj filmi olan Güneşe Yolculuk sıkıntılı süreçlerde bu konu ile yapılmış bir elin sayısını geçmeyen kaliteli işlerden biri.

 

Filmografisinde en çok beğendiğim yapım ise Bulutları Beklerken. Bu film ile odak noktasına mübadele yıllarında bir Türk ailenin yanına sığınmış ve geçmişinin izlerini süren bir kadını koymuştur Ustaoğlu. Çevresinin onu tanıdığı ismiyle Ayşe, ama hiç unutturulamayan ismiyle Eleni’nin hikayesini, görüntü yönetmeni Jacek Petrycki’nin de muhteşem performansıyla anlatıyor bize.

 

Önceki filmlerinde politik konulara kamerasını çeviren yönetmen Pandora’nın Kutusu ile bir aile dramını gözler önüne seriyor. Fakat bu film alışılagelmiş aile dramlarının dışında modernite ile yerellik arasında kalan aile bireylerin irdelenmesi ile farklı bir konum kazanıyor ve toplumsal bir sorunsalın içine sürüklüyor bizi. Bulutları Beklerken’deki Ayşe/Eleni karakterinin ağırlığı gibi bu filminde de yabancılaşma ve yalnızlık ekseninde kadın olmanın ağırlığı ve dertleri dile getirilirken biz de bir kadının bakış açısıyla seyre dalıyoruz hikayeyi.

 

Araf, Pandora’nın Kutusu’ndan sonra yönetmenin politik filmlerden insana dair konulara döndüğü ikinci filmi. Konusu itibariyle her ne kadar alışılmış bir hikaye olsa da kadının ikircikliğini (Araf’ta kalmasını) bütünüyle yansıtabilmiş bir yapımla karşı karşıya kalıyoruz. Filmin en dikkat çekici tarafı oyunculuklar. Oyuncu yönetiminin doruklarda olduğu yapımda ana karakter Zehra’yı canlandıran Neslihan Atagül performansıyla göz dolduruyor. Neredeyse tüm oyunculukların iyi olduğu filmde Barış Hacıhan’ın (Olgun) ve Nihal Yalçın’ın (Derya) performanslarına da değinmeden geçemeyeceğim. Fakat tüm bu başarılı performansların içinde Mahur’u canlandıran Özcan Deniz’in filmde eğreti durduğunu söylemeliyim. Beklenenden iyi performans sergilediği bir gerçek fakat oldukça iyi oyunculuklar içerisinde kaybolup gidemeyen bir eğretilik var.

 

Araf’ta akıllara kazınacak sahneler var. Derya’nın tren istasyonun da yaptığı konuşma ve Zehra’nın hastane sahnesi. Rahatsız edici olayların beyazperdede de seyirciyi oldukça rahatsız edecek, kalp çarpıntıları oluşturacak şekilde verilmesi taraftarıyım. Filmin belli noktalarında bu konudaki tedirginliğim artmıştı açıkçası. Sert bir konu işlenecekti fakat oldukça hafif bir şekilde ilerliyordu ta ki hastane sahnesine kadar. Kimileri oldukça uzun tutulduğunu savunsa da ben oldukça yerinde buldum.

 

Karakterler arası diyalogların gerçekçiliği, düğün sahnesindeki halayların ve diskodaki dansların doğallığı ise ayrıca dikkat edilmesi gereken noktalar.

 

Kafamda net bir şekilde oluşturamadığım ve gereksiz bulduğum yönler de var tabii ki. Zehra’nın iki erkek arasındaki seçimi ve daha sonra gelişen olaylar karşısında gösterdiği tepkiler oldukça hafif geldi bana. Bir insanın yaşamını alt üst edecek olaylar karşısında vereceği tepkiler ruhsuzluk ve kişinin kendisinde yaşayacağı yıkım ile sonuçlanır. Oysa Zehra yaşadığı olaylar karşısında hafif bir moral bozukluğu yaşayıp kolay bir şekilde toparlanıyor. Filmin bu ayrıntısının gerçeklik duygusundan uzak olduğunu söylemeliyim. Peki ya, yaşanan hayal kırıklıkları ve psikolojinizi bozacak olaylardan hemen sonra, duygusal tercihlerdeki değişim bu kadar kolay olabilir mi? Kadınların kestiremediğimiz değişkenlik gösteren aşk tercihleri ve kızdıklarında ruhsuzlaşabilen bir yapıları var heralde.

 

Son olarak; hapishanedeki son sahnede ise televizyonda yayınlanan komedi içerikli skeçlerdeki gibi bir sonu bağlayamama amatörlüğü mevcut.

YORUMLAR

Ziyaretçi Gönder

Gezinti

İletişim
Bize Yazın:


Gönder Max. 1000 karakter
Populer Sinema: #txt
Mesaj Gönder:
Gönder Max. 1000 karakter