(4.1/10)
Üye: Anıl Basılı
|
Çok yönlü olabilmeyi amaçlarken, tek yönlü mesajlara odaklanan senaryolar, çevreci bile olsa sınıfta kalabiliyor. |
Çok yönlü olabilmeyi amaçlarken, tek yönlü mesajlara odaklanan senaryolar, çevreci bile olsa sınıfta kalabiliyor.
Şehirlerin gürültülü ve monoton yaşantısından, denize kıyısı olan köylere uzanan senaryoların; ‘’kaç kurtul kendi bencilliğinden, var olmak, varlıktan önce gelmelidir’’ sosyal mesajlarına alışkınız, elbet. Doğanın ortasında bir koyda, şehrin türlü imkânlarından uzakta, kendi başına, toprak ananın verebildiği ölçüde yaşanabilecek bir hayat; kişide kısa süreli bir istek yaratabilir. Ama bu istekler ya yaşamının geri kalanını geçirebileceğin bir yer aradığında oluşur ya da kısa süreli hava değişikliği talebinden.
Kapitalist sistem, doğa anayla çarpışıyor.
Birol Güven'in senaryosunu yazdığı, Müfit Can Saçıntı'nın yönetmenliğini yaptığı ve başrollerini Müfit Can Saçıntı ile Rasim Öztekin paylaştığı ‘’Mandıra Filozofu’’ mal varlığı için ziyan edilen hayattan kısıp, yaşamın geri kalanına yapılan bir ekleme, niteliğinde. Oluşturulan ekibin daha zengin ve gösterişli bir doğa yaratmak amaçlı çalışmalarından ve gerekli eklemelerinden sonra, çekimine başlanan film; ‘’yararı olmayana karşıyım’’ içselliğini taşıyor. Film, ülkenin en büyük iş adamlarından bir tanesi olan Cavit ile modern hayatın rahatlığından uzak, köyde tek başına yaşayan, ihtiyacından fazlasına gereksinimi olmayan Mustafa Ali gibi iki karşıt karakterin birleştirilmesiyle başlıyor. Eşinin Bodrum’da, Mustafa Ali’nin yaşadığı bir arazide otel yapmak istemesiyle yola koyulan Cavit için uzun bir yolculuk niteliği taşıyan ve Mustafa Ali’nin de son ana kadar inatçılığından ödün vermediği film, felsefi bir boyuta yönelmeyi amaçlıyor. Kendi akrabalarının da araziyi satması için ikna edemediği Mustafa Ali’yi bir amaç için çabalarken görüyoruz. Cahit’in yıllardır çalışarak edindiği stresin, ona ne kadar zarar verdiğini göstermeye çalışırken bir yandan da ona bir hayat dersi verebilmeyi amaçlıyor.
Kartal Tibet'in yönetmenliğini yaptığı, başrolünde Kemal Sunal’ın yer aldığı ‘’İnatçı’’ filmini anımsatıyor.
Kararından dönmeyip araziyi satmak istememesi, paraya olan istemsiz tutumu ve tekliflerden yana olmaması onu ‘’keçi gibi inatçı’’ kılıyor.
‘’Bütün mal varlığını bırak, doğaya geri dön!’’ demek istemek; sosyal mesajdan ziyade, açıkça çağrı gibi görünüyor.
Felsefenin dolaylarında gezinmek isterken, çukuruna düşen fikirlerle oluşturulan çevreci senaryolar, estetiği ön plana çıkarabilirken, belgeselden öteye gidemiyor. Doğadan yürütülen içerikler, eklendiği bölüme patika olsa da, geçişlerin kapanmasına engel olamıyor.
Bukowski, Dostoyevski’den yapılan alıntılar, anlık tebessümü tetikliyor.
Doğanın içinde, ılık bir mevsimde çekimi yapılan filme; donukluk hâkim oluyor ve sırtını yasladığı manzaradan ne yazık ki istediği geri dönüşümü alamıyor. Senin sıran bitti şimdi sıra senin dercesine ilerleyen bölümler, senaryonun içine serpiştirilen esprilere de güldürme fırsatı tanımıyor. Gidişatta eklenen ortamı neşelendirici sahnelerin, yerini durağanlığa bırakması yüzünden, Bukowski’de Dostoyevski’de istenileni veremiyor. Hayattan kopuk birinin, gel burada sana lazım olan her şey var mizanpajı, öze geçirilemediğinden, sıkı sıkıya tutunmaya çalışılan sosyal mesaj amacından sapıyor. Uçağı kullanma, telefonu kullanma, saatine bağlı kalma diyerek; şehirden köye göç örnekleniyor. Bunun içinde alışma süreci olarak bazı şeyleri öğrenebilmenin önemliliği vurgulanıyor.
Kaç yıl daha yaşayacaksın? Kaç yazın daha kaldı? Çalışmaya karşıyım! Gibi mantaliteler üzerine kurulan film, mesajını yolluyor fakat geri bildirimden yoksun kalıyor.
Anıl Basılı